SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’L VUDU’

<< 177 >>

باب: إذا ألقي على ظهر المصلي قذر أو جيفة، لم تفسد عليه صلاته.

69. Namaz Kılan Kişinin Sırtına Dışkı Veya Leş Konulduğunda O Kişinin Namazı Bozulmaz

 

-وكان ابن عمر: إذا رأى في ثوبه دما، وهو يصلي، وضعه ومضى في صلاته، وقال ابن المسيب والشعبي: إذا صلى وفي ثوبه دم أو جنابة، أو لغير القبلة، أو تيمم فصلى، ثم أدرك الماء في وقته، لا يعيد.

İbn Ömer namaz kılarken elbisesinde kan gördüğünde elbisesini çıkarıp namaza devam ederdi.

İbnü'l-Müseyyeb ve Şa'bî şöyle demiştir: "Kişi namaz kılarken elbisesinde kan veya meni olsa yahut kıbleden başka bir yöne yönelmiş olsa ya da teyemmüm ile namaz kıldıktan sonra vakit devam ederken su bulsa namazını tekrarlamaz."

 

AÇIKLAMA:     Konu başlığında bozulmayacağı belirtilen namaz, kişinin haberi olmaksızın devam ettiği namazdır. Namazda necasetten kaçınmanın farz olmadığını yahut necasetten kaçınmanın namazın başında farz olduğunu kabul edenlere göre bu namaz mutlak olarak geçerli olur. Buhârî de bu görüşe meyletmiştir. Kendisine ok fırlatıldığında vücudundan kanlar aktığı halde namazına devam eden sahâbî-nin fiili de bu düşünceye dayanmaktadır. Bu konuda "abdest almayı yalnızca iki yerden/ön ve arkadan çıkan şeyden gerekli görenler" hadisi Câbir'den nakledil­mişti. [149 nolu hadis.]

 

Şafiî ve Ahmed İbn Hanbel namazda elbisesine necaset bulaşan kişinin namazı tekrarlaması gerektiğini söylemişlerdir. Mâlik şayet bu, vakit içinde olursa iadeyi gerekli görmüş, vakit çıktıktan sonra İse kazayı gerekli görmemiştir. Bu konuda uzun bir tartışma vardır. Bu durumda namaza devam etme konusu ise ileride Namaz bölümünde gelecektir.

 

Teyemmümle namaz kılan kişinin vakit içinde su bulursa namazını yeniden kılmasının gerekli olmadığı görüşü dört imamın ve selefin çoğunluğunun görü­şüdür. Atâ, İbn Sîrîn ve Mekhûl'ün de içlerinde yer aldığı bir grup tabiîn alimi ise mutlak olarak namazı iade etmenin gerekli olduğunu söylemişlerdir.

 

Namaz kılan kişinin namazını kıldıktan sonra kıble yönüne dönmediğini an­laması durumunda üç imam ve Şafiî'nin eski görüşüne göre kişi namazını tekrar­lamaz. Bu, çoğunluğun da görüşüdür. Şafiî'nin yeni görüşüne göre ise namazını tekrarlaması gerekir.

 

حدثنا عبدان قال: أخبرني أبي، عن شعبة، عن أبي إسحق، عن عمرو بن ميمون، عن عبد الله قال : بينا رسول الله صلى الله عليه وسلم ساجد (ح).

قال: وحدثني أحمد بن عثمان قال: حدثنا شريح بن مسلمة قال: حدثنا إبراهيم بن يوسف عن أبيه، عن أبي إسحق قال: حدثني عمرو بن ميمون: أن عبد الله بن مسعود حدثه:

 أن النبي صلى الله عليه وسلم كان يصلي عند البيت، وأبو جهل وأصحاب له جلوس، إذا قال بعضهم لبعض: أيكم يجيء بسلى جزور بني فلان، فيضعه على ظهر محمد إذا سجد؟ فانبعث أشقى القوم فجاء به، فنظر حتى سجد النبي صلى الله عليه وسلم، ووضعه على ظهره بين كتفيه، وأنا أنظر لا أغير شيئا، لو كان لي منعة، قال: فجعلوا يضحكون ويحيل بعضهم على بعض، ورسول الله صلى الله عليه وسلم ساجد لا يرفع رأسه، حتى جاءته فاطمة، فطرحت عن ظهره، فرفع رأسه ثم قال: (اللهم عليك بقريش) ثلاث مرات، فشق عليهم إذ دعا عليهم، قال: وكانوا يرون أن الدعوة في ذلك البلد مستجابة، ثم سمى: (اللهم عليك بأبي جهل، وعليك بعتبة بن ربيعة، وشيبة بن ربيعة، والوليد بن عتبة، وأمية بن خلف، وعقبة بن أبي معيط). وعد السابع فلم نحفظه، قال: فوالذي نفسي بيده، لقد رأيت الذين عد رسول الله صلى الله عليه وسلم صرعى، في القليب قليب بدر.

 

[-240-] Amr İbn Meymûn, Abdullah İbn Me'sud'un kendisine şunu anlattığını söylemiştir: Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Kabe'de namaz kılıyordu. Ebu Cehil ve arkadaşları Kabe'nin yakınında oturuyorlardı. Kendi aralarında "Hanginiz falan oğullarının deve kestikleri yerden bir işkembe getirip secdeye vardığı zaman Muhammed'in sırtına koyacak?" dediler. Bu konuşma üzerine içlerinden en şaki (kötü) olan birisi (Ukbe İbn Ebî Muayt) kalkarak işkembeyi getirdi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) secdeye yattığında o işkembeyi sırtına, iki kürek kemiği arasına koydu.

 

(İbn Mes'ud dedi ki): "Ben bunu gördüğüm halde bir şey yapamıyordum. Ah ne olurdu o zaman bunu önleyecek gücüm olsaydı!" Onlar (katıla katıla) gülmeye başladılar, gülmekten birbirlerinin üzerine yıkılıyorlardı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) secde ediyoı, başını kaldırmıyordu. Nihayet Fâtıma Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına geldi ve işkembeyi onun sırtından attı. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) başını kaldırdıktan sonra üç kere "Allah'ım Kureyşl sana havale ediyorum" dedi. Nebi s.a.v.'in beddua etmesi onlara ağır geldi. Çünkü onlar, bu beldede yapılan duanın kabul edileceğine inanırlardı. Daha sonra Nebi s.a.v. birer birer isim sayarak şöyle dedi:

 

"Allah'ım! Ebu Cehil'i sana havale ediyorum. Utbe ibn Rebîayı sa­na havale ediyorum. Şeybe İbn Rebîa'yı sana havale ediyorum. Velîd ibn Utbe'yi sana havale ediyorum. Ümeyye İbn Halefi sana havale ediyorum. Ukbe ibn Ebî Muayt'ı sana havale ediyorum".

 

İbn Mes'ud diyor ki: Yedinci bir kişinin daha adını söyledi, ancak ben onun adını hatırlamıyorum. Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki Resûlullah s.a.v.'ın, ismini saydığı kişilerin (Bedir savaşında öldürülerek) Bedir çukuruna atılmış olduklarını gözlerimle gördüm.

 

Tekrar: 520, 2934, 3185, 3854, 3960.

 

 

AÇIKLAMA:     "Gülmekten birbirlerinin üzerine yıkılıyorlardı" diye tercüme ettiğimiz yer, "adamlarının yaptığı o kötü işi birbirlerine işaret ederek eğleniyor, gülmekten kı­rılıp birbirlerinin üstüne yığılıyorlardı" şeklinde de anlaşılmaya müsaittir.

 

İsrail'in rivayetinde "Fatıma oradaki topluluğa dönerek kötü sözler söyledi'’ şeklinde, el-Bezzâr'da da "Onlar ise buna karşılık vermediler" şeklinde bir fazlalık vardır.

 

"Kureyş'f sana havale ediyorum" ifadesi "Kureyş'i helak etme işini sana bıra­kıyorum" demektir.

 

Hz. Peygamber'İn kasdedilen; onların Resûlullah'ın gülmeyi keserek korkuya kapılmalarıdır. bu bedduası onlara ağır geldi derken  bedduasını işitince birden Ebu Cehil ve arkadaşlarının, Mekke'de yapılan duanm reddolunmayacağına inanmaları, Hz. İbrahim'in (a.s.) şeriatından kalma bir inanç olabilir.

 

İsrail'in rivayetinde şöyle denilmektedir: "Ben, Bedir savaşı sonrasında onla­rı ölü olarak gördüm. Sonra onlar sürüklenerek Bedir kuyusuna atıldılar". Sonra Resulullah "Bedir kuyusundakiler peşlerinde lanet bı­raktı" buyurdu. Hz. Peygamber'İn bu sözü, yukarıdaki bed­duanın bir bölümü de olabilir. Şayet öyle ise bu söz, peygamberlik mucizelerin­den biridir. Diğer bir ihtimale göre Hz. Peygamber bunu onlar kuyuya atıldıktan sonra da söylemiştir.

 

Hadisten Çıkan Bazı Sonuçlar

 

Hadiste, kafirlerin bile Mekke'de yapılan duaya önem verdikleri ifâde edil­mektedir.

 

Kâfirler Hz. Peygamber'İn duasından korktuklarına göre onun sözünün doğruluğuna aslında inanıyorlar demektir. Ancak kıskançlık se­bebiyle o'na uymamışlardır.

 

 Kâfire ve Müslümana Beddua Etmek

 

Hz. Peygamber kendisine eziyet edenlere karşı bile yumuşak davranmıştır. Tayalisî'nin, Şu'be aracılığıyla İbn Mesud'dan rivayet ettiği bu hadiste İbn Mesud'un şöyle dediği belirtilmektedir: "Hz. Peygamber'in onlara yalnızca o gün beddua ettiğini gördüm", Rabbi'ne ibadet ederken onu küçük düşürmeyi istedikleri için bedduayı hak etmişlerdi.

 

Duanın üç kere yapılması rnüstehaptir. İlim bölümünde selam vb. şeylerin üç kere yapılmasının da müstehap olduğu geçmişti.

 

Zalime beddua etmek caizdir. Ancak bazıları şöyle demiştir: Bu hüküm, za­lim kişi kâfir olduğundadır. Müslüman zalime gelince, onun için af dilemek ve tevbe etmesi için dua etmek müstehaptır. "Hadiste kafire beddua edilebileceğini gösteren bir durum yoktur" görüşü de aslında uzak bir görüş değildir. Çünkü Hz. Peygamber (vahiy ile) onların iman etmeyeceklerini öğrendi­ğinden onlar için beddua etmiş olabilir. Evla olan hayatta olan herkesin doğru yolu bulması için dua etmektir.

 

Fâtımatü'z-Zehrâ'nın küçüklüğünden itibaren, kavmi içindeki şe­refi ve özgüveni sebebiyle güçlü bir benliğe sahip olduğunu görüyoruz. Çünkü Kureyş'in reisleri olan kişilere açıktan kötü sözler söylediği halde onlar buna karşılık verememiştir.

 

Bir fiili doğrudan işlemek, ona sebep olmaktan daha öte bir durumdur. Ni­tekim İbn Mesud, içlerinde inkarcılığı ve Resûlullah'a eziyeti daha şiddetli olan Ebu Cehil bulunduğu halde Ukbe'den bahsederken "toplulu­ğun en şakîsi" demiştir.